Besmelenin anlamı nedir


Besmelenin anlamı nedir

BİSMİLLÂHİRRAHMÂNİRRAHÎM
(Rahmân, Rahim, Allah'ın ismi ile)
 
Besmele, Neml sûresinde müstakil bir âyet olarak yer alırken "innehû min süleymâne ve innehû bismillâhirrahmânirrahîm" (27/30) ( Meali: Mektup Süleyman'dandır, Rahmân ve Rahîm Allah'ın adıyla (başlamakta)dır.) Tevbe sûresi hariç Kur'an'ın her sûresinin başında bulunmaktadır. Fâtiha sûresinin başındaki besmele, bir görüşe göre, sûrenin birinci ayeti sayılmayıp, son âyet iki âyet olarak kabul edilmektedir. "Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın adıyla" şeklinde tercüme edebileceğimiz besmeleyi, aslî ifadesi ile okuyup öylece korumak uygun olur. Zira Besmele, tıpkı ezan ve selâm gibi, tüm Müslümanlar arasında ortak bir mesaj niteliği taşımaktadır.
 
Sevgili Peygamberimiz buyurdular ki: "Cebrail bana vahiy ile geldiğinde ilk gönlüme ilka ettiği şey BİSMİLLÂHİRRAHMÂNİRRAHÎM oldu.(Dâre Kutnî, İbni Ömer (r.a)den)
 
Bir gün, Hazreti Osman (r.a.) Peygamber Efendimize Bismillâhirrahmânirrahîm'den sordu. Peygamberimiz ona şu cevabı verdi: "Bismillah Allah'ın isimlerinden bir isimdir. Bununla Allah'ın en büyük ismi arasındaki yakınlık, gözün beyazıyla siyahı arasındaki yakınlık gibidir."((İbni Ebî Hatim, Hakim, Beyhâki, Herevi, Hatib-i Bağdadi, İbni Abbas'dan)Şa'bi'den yapılan rivayette buyuruluyor ki: "Allah'ın en büyük ismi Yâ Allah'tır."(İbni Ebî Dünya, İbni Şeybe)

Diğer bir hadisi şerifte: "Allah'ın en büyük ismi Allah'tır. Kur'an-ı Kerim'e de her isimden önce Allah ile başlandığına dikkat etmezmisiniz?"(Buhari, Câbir (r.a.)'den)
Yine bir başka hadis-i şerifte Sevgili Peygamberimizin şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:

"Bismillâhirrahmânirrahîm indiği zaman gökteki melekler buna çok sevindiler; Arş titredi. Bismillah ile birlikte bin melek indi. Bu, meleklerin imanını artırdı. Cinler yüzükoyun yere kapandılar. Felekler bundan dolayı harekete geçti. Melekler besmelenin azametinden-büyüklüğünden dolayı baş eğip küçüldüler."
"Bismillâhirrahmânirrahîm indiği zaman, dağlar tesbih getirdi. O kadar ki bu tesbihi Mekke ehli ve o bölgede bulunanlar işitti. Bunun üzerine dediler ki. "Muhammed dağları büyüledi."
Râvi devamla diyor ki: Resûlüllah (SAV) "Kim Bismillah'ı gönülden inanarak okursa, onunla birlikte dağlar da tesbih getirir. Ancak ne var ki dağların tesbih sesi duyulmaz." Buyurdular. (Ebû Nuaym, İbn-i Sülemî; Hz. Âişe'den)

Diğer bir rivayette ise şöyle deniliyor: "Dağlar ve taşlar tesbih eder. Ancak ne var ki insanlar bunların tesbihini işitmezler. (Kalp gözü ve Gönül kulağı açık olanlar belki duyabilir.)"
"Şeytan'ın insanlardan çalmak istediği Kur'an'dan en büyük âyet, Bismillâhirrahmânirrahîm'dir" (Beyhâki, İbni Hüzeyme; Sa'd bin Cübeyr (r.a)dan)

Büyük sahabi Büreyde (R.A.) diyor ki: Resûlüllah (S.A.V.) Efendimiz bana:"Süleyman Peygamber'den başka bir peygambere inmeyen bir âyetten sana haber vermedikçe camiden çıkmayacağım. O âyet ancak bana inmiştir. Sonra da sordu:

_ Namaza başlarken ne ile Kur'an'a başlarsın?
_ Bismillâhirrahmânirrahîm ile…
_ İşte o, işte o! Buyurdular." (Dâre Kutnî, Taberani)

Kur'an-ı Kerim'de iki türlü besmele vardır. Birisi sûre başlarında yazılan ve sûreden bağımsız olan besmele, diğeri Neml Sûresinin 30. âyetinde geçen: "innehû min süleymâne ve innehû bismillâhirrahmânirrahîm" "Mektup Süleyman'dandır, Rahmân ve Rahîm Allah'ın adıyla (başlamakta)dır" besmeledir.
Bu besmelenin, Neml sûresinin bu âyetinin bir parçası olduğu açıkça bilinmektedir. Bundan dolayı besmelenin Kur'ân âyeti olduğunda şüphe yoktur ve bu durum, açık tevatür ile ve âlimlerin ittifakıyla kesin olarak bilinmektedir. Fakat sure başlarında yazılı olan besmelelerin Kur'an'dan olup olmadığında ihtilaf vardır.
Said ibni Cübeyr, Zühri ve Ata'ibni Mübarek hazretleri gibi alimlere göre Kur'an'da 113 surenin başında ayrı ayrı yer alan besmeleler Kur'an'dan 113 âyetir. Bu bakımdan İmamı Şafi'ye göre sure başlarında 113 besmeleyi okumamak; Kur'an'dan 113 ayeti terk etmek olur.

Hanefî âlimlerine göre; Sûrelerin başındaki besmele başlı başına bir âyet olarak Kur'ân'dandır. Ve sûrelerin hiç birinin bir parçası olmayarak sûreleri birbirinden ayırmak ve sûre başında teberrük (mübarek) olunması için inmiştir. Hanefi alimlerinin görüşlerinin daha isabetli olduğuna dair kuvvetli deliller vardır.
İbni Abbas (r.a.) diyor ki: Resûlüllah (SAV) Efendimiz Bismillâhirrahmânirrahîm ininceye kadar sûrelerin bölümünü bilmiyorlardı.

Bezzar buna ilaveten diyor ki: Bismillah inince, peygamber (SAV) Efendimiz surenin bununla bittiğini anladı. Böylece başka bir sureye başlayıp yöneldi. (Ebû Davud, Hâkim, Beyhâki, Bezzâr; İbni Abbas'tan)
İbni Abbas yine diyor ki: Daha önceleri Müslümanlar bir surenin bitiş kısmını bilmiyorlardı. Bismillah ininceye kadar bu böyle devam etti. Besmele inince, sûrenin nerede bittiğini bilmiş oldular. (Hâkim, İbni Abbas'tan)
İbni Mes'ud (ra) hazretleri diyor ki:

"Bizler, iki sûre arasındaki fasılayı, Bismillâhirrahmânirrahîm ininceye kadar bilmiyorduk"
İmamı Âzam'a ve Ebu Yusuf'a göre namazda "Sübhaneke"den ve Euzü'den sonra her rekatın başında Fatihadan önce okunması lazımdır. Fakat gerek namazda ve gerek namaz dışında her Kur'ân okunuşunun ve her önemli işin başında okunması sünnettir. Bunun için namazın her rekatında, kırâetin (Fatiha'nın) başında okuruz, ortasında okumayız.

BESMELE'DEN ÇIKAN HÜKÜMLER
 
Kur'ân yazarken "Tevbe" (Berae) sûresinden başka sûre başlarında yazmak farzdır. (Bu surenin başına Besmele yazılmayışının iki sebebi vardır: 1.Arada uzun süre nazil olma fasılasının uzaması 2.Tövbe suresinin harp meseleleri hakkında nazil olması itibarıyla Enfal suresinin devamı gibi olması) Hayvan keserken veya ava silahla ateş ederken sadece demek de farzdır.(rahman ve rahim kelimelerini söylemeden, Bismillahi Allahü ekber deriz) Kasıtlı olarak besmele terk edilirse o hayvanın eti yenmez. Fakat besmele unutulursa bir sakıncası yoktur. "(Kesilirken) üzerine Allah'ın adı anılmayan hayvanlardan yemeyin." (En'âm, 6/121).
"Bismillâhirrahmânirrahîm" ile başlamayan her iş noksandır; yarar ve bereketi azdır." (Ebû Davud, Nesâi, İbni Mâce)

"Bu hadisi şerife dayanarak demişlerdir ki. Haram olduğu kesinlik kazanan bir şeye (zina etmek, içki içmek, kumar oynamak gibi) başlarken Bismillah diyen kimse kâfir olur." (Sırlar Hazinesi, Celal Yıldırım, s.313)
Namaz dışında Kur'ân okumaya başlarken sûre başlarında ise demek, (Eûzü-besmele) âlimlerin çoğuna göre sünnettir. Bu cümleden olarak Atâ gibi bazı imamlara göre vacibdir.
 
Yalnız "Tevbe" sûresinde besmele okunmaz. Bizim Âsım kırâetinde besmele okumak mendubdur.(Dinin yasak etmediği ve yapılmasını emretmediği halde yapılması sevap olan amele mendup denir) Kur'ân okumaya başlamak, sûre başından değil de ortasından veya sonundan ise "Eûzü-besmele" okumak mendubdur. Yukarıda açıklandığı üzere namazda biz Hanefilere göre Fâtiha'dan önce gizlice "Eûzü-besmele" okumak sünnet, Şâfiîlere göre gizli veya sesli besmele çekmek farz; Mâlikîlere göre okunmaması mendubdur. İki sûre arasında ise bize göre de menduptur.

Türkçe tercümesini vermeden önce şunu belirtelim ki; Arapça dahil, İngilizce, Fransızva vb. dillerden bir başka dile yapılan tercümelerde yüzde yüz ifade edilen anlamı aktarmak, tam ve kusursuz bir tercüme yapmak mümkün değiidir. Besmelenin Bu açıklamadan sonra da besmelenin dilimize göre mümkün farz edilebilecek tercümesi şu şekillerden biri olması gerekir:

1-Çok merhamet edici bir Rahmân olan Allah'ın ismi ile, (lâm mânâsına olan tamlama)
2- Rahmân, Rahim olan Allah'ın ismi ile (lâm mânâsına olan tamlama)
3- Rahmân-ı Rahîm olan Allah ismi ile (yahut adı ile açıklama tamlaması)
4- Rahmân Rahim olan Allah adına.
Fakat ilk bakışta bu dört şeklin her birindeki "olan" sıfat bağlacı, yanlış bir anlamaya yol açıyor. Çünkü "olmak" fiili dilimizde hem var olma, hem de durumun değişmesi mânâlarında ortak olarak kullanıldığından dolayı; önceden değil imiş de sonradan Rahmân-ı Rahim olmuş, sonradan meydana gelmiş gibi bir mânâyı ifade edebilir. Olan yerine bulunan kelimesini de bağlaç olarak kullanmak iyi olmuyor. Bundan dolayı bu bağlacın düşürülmesi ile;
5- "Rahmân, Rahim, Allah'ın ismi ile, veya;
6- Rahmân, Rahim Allah ismi ile" demek daha doğru olacaktır.
Şimdi sıra ile, besmelede geçen Allah, Rahman ve Rahim kelimeleri üzerinde duralım.

ALLAH'IN ÜÇ BİN İSMİ VARDIR
 
Seyyid Muhammed Hakkı Hazretleri, Sırlar Hazinesi adlı eserinde şöyle diyor:
"Bil ki Allahü Teâlâ'nın üç bin ismi vardır. Bin ismini sadece meleklere öğretmiştir, başkasına değil. Bin ismini de yalnız peygamberlere öğretmiştir. Üç yüz ismi Tevrat'ta, üç yüz ismi İncil'de, üç yüz ismi Zebur'da, doksan dokuz ismi de Kur'an-ı Kerim'de mevcuttur. Bir ismini de Cenâb-ı Hak kendine seçip ayırmıştır. Bahsedilen üç bin ismin mânası şu üç isimde toplanmıştır: BİSMİLLÂHİRRAHMÂNİRRAHÎM (Allah - Rahman - Rahim) kim bunu öğrenir ve söylerse, Allah'ın bütün isimlerini anmış gibi olur." (Sırlar Hazinesi, s.318, Celal Yıldırım tercümesi, İstanbul 1977)

Gerek özel ismi, gerek şahıs ismi olan "Allah" yüce ismi ile Allah'tan başka hiçbir ilâh anılmamıştır. "… Hiç sen Allah'ın ismini taşıyan başka birini bilir misin?"
 
(Meryem suresi/65) âyetinde de görüldüğü gibi, onun adaşı yoktur. Bundan dolayı Allah isminin ikili ve çoğulu da yoktur. O halde ancak isimlerinin birden çok olması caizdir. Hatta özel ismi bile birden çok olabilir ve değişik dillerde yüce Allah'ın ayrı ayrı özel isminin bulunması mümkündür. Ve İslam'a göre caizdir. . Büyük âlimlerden İmam Şarani bu konu da "Tabakatü'l Kübra" isimili eserinin 3. cild, 1053'ncü sayfasında şöyle buyurlaktadır: "İsm-i zât birdir, iki olmaz… Ama her dildeki tabiri başkadır" Elbette " Esmaül Hüsna " Allah (CC)'ın en güzel isimleridir. Ama Kur'an'da " Güzel isimlerin hepsi Allah'ındır ..." ( A'raf suresi 180 ) diyen ve bütün isim ve dilleri yaratan bizzat Allah değil midir? Rum suresi 22. ayete göre insanların dillerinin ayrı ayrı olması Allah'ın varlığını, gücünü gösteren ayetleridir-delilleridir. Hangi dil ile olursa olsun Allah'ın yaratmış olduğu çeşitli dillere ait değişik sözcüklerle Allah'a hitap etmekte bir sakınca yoktur. Bununla beraber, Allah sözcüğü, yaratıcımızın en güzel ismi ve özel adıdır; en yaygın dillerde bile Allah ismine eşanlamlı bir isim bilmiyoruz.

Bu konuda Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, Fatiha suresinin tefsirinde aşağıdaki bilgilere yer verir:
"Gerek özel ismi, gerek şahıs ismi olan "Allah" yüce ismi ile Allah'tan başka hiçbir ilâh anılmamıştır. "Sen O'nun bir adaşı olduğunu biliyor musun?" (Meryem, 19/65) âyetinde de görüldüğü gibi, onun adaşı yoktur. Bundan dolayı Allah isminin ikili ve çoğulu da yoktur. O halde ancak isimlerinin birden çok olması caizdir. Hatta özel ismi bile birden çok olabilir ve değişik dillerde yüce Allah'ın ayrı ayrı özel isminin bulunması mümkündür. Ve İslam'a göre caizdir. Bununla beraber, meşhur dillerde buna eşanlamlı bir isim bilmiyoruz. Mesela Tanrı, Hudâ (Farsça) isimleri "Allah" gibi birer özel isim değildir. İlâh, Rab, Mabud gibi genel anlam ifade eden isimlerdir. Hudâ, Rab demek olmayıp da "Hud'ay" kelimesinin kısaltılmışı ve "vâcibu'l-vücûd = mutlak var olan" demek olsa yine özel isim değildir. Arapça'da "ilâh"ın çoğulunda (âlihe); "rabb"in çoğulunda (erbâb) denildiği gibi Farsça'da "hudâ"nın çoğulunda "hudâyân" ve dilimizdetanrılar, ma'bûdlar, ilâhlar, rablar denilir. Çünkü bunlar hem gerçek, hem de gerçek olmayan ilâhlar için kullanılır. Halbuki "Allahlar" denilmemiştir ve denemez. Böyle bir kelime işitirsek, söyleyenin cahil olduğuna veya gafil olduğuna yorarız." (E.M.Hamdi Yazır)

ALLAH, kendisine ibadet edilen yüce varlığın özel ismidir. Özel isimler diğer dillere tercüme edilemezler. Hatta Arapça olan bir başka kelimenin onun yerini tutması da mümkün değildir. Bu sebeple bilginler ister Arapça olsun, ister diğer herhangi bir dilden olsun, başka bir kelimenin "Allah" isminin yerini tutamayacağı konusunda fikir birliği içindedirler. Ancak Kur'an'da, Allah kelimesinin işaret ettiği zât için ilâh, mevlâ, rab gibi isimler de kullanılmıştır. Bu sebeple Farsça'daki Hüda ve Yezdân, Türkçe'deki Tanrı ve Çalab... gibi isimler her ne kadar Allah özel isminin yerine geçmezse de ilâh, mevlâ, rab gibi âyet ve hadislerde geçen Allah'ın diğer isimlerinin yerine kullanılabilir.
 
Eski Türkçe'mizde yeri göğü, her şeyi yoktan var eden Allah'ın adı yerine kullanılan "Gök Tanrı" sözcüğü de Türkçe'de özel isim olarak kullanılmıştır. Çünkü Türklerdeki mevcut inanç tek Tanrı inancıydı. Gerek Gök Türk kitabelerinde gerekse eski metinlerimizde "tanrılar" diye bir çoğul sözcüğün kullanıldığı hiç görülmemiştir.
Nahiv âlimi tefsirci Endülüslü Ebu Hayyan diyor ki: Bilginlerin çoğuna göre; "yüce ismi hemen söylenmiş bir sözdür ve türememiştir. Yani ilk kullanıldığında yüce Allah'ın özel ismidir . İmam Fahreddin Râzî de "Bizim seçtiğimiz görüş şudur: Allah kelimesi yüce Allah'ın özel ismidir ve aslında başka bir kelimeden türememiştir. İmam Halil b. Ahmed ve Sibeveyh, usul alimleri ve İslam hukukçularının hepsi bu görüştedirler." diyor.

Özetle "ALLAH"ismi türemiş veya başka bir dilden Arapça'ya nakledilmiş değildir. Başlangıçtan itibaren özel bir isim olarak kullanılmıştır. Ve yüce Allah'ın zatı bütün isimler ve vasıflardan önce bulunduğu gibi "ALLAH" ismi de öyledir. Allah ismi ulûhiyyet (ilâhlık) vasfından değil, ilâhlık ve mabudiyet (tapılmaya layık olma) vasfı ondan alınmıştır. Allah, ibadet edilen zat olduğu için Allah değil, Allah olduğu için kendisine ibadet edilir. Onun "Allah"lığı tapılmaya ve kulluk edilmeye layık olması kendiliğindendir. İnsan puta tapar, ateşe tapar, güneşe tapar, kahramanlara, zorbalara veya bazı sevdiği şeylere tapar, taptığı zaman onlar ilâh, mabud (kendisine tapılan) olurlar, daha sonra bunlardan cayar, tanımaz olur, o zaman onlar da iğreti alınmış mabudiyet ve tanrılık özelliklerini kaybederler. Halbuki insanlar, ister Allah'ı mabud tanısın, ister mabud tanımasınlar, O bizzat mabuddur. O'na herşey ibadet ve kulluk borçludur. Hatta O'nu inkar edenler bile bilmeyerek olsa dahi ona kulluk etmek zorundadırlar.

ERRAHMAN
 
Rahmân, "Rahmeti çok", "çok merhametli", "sonsuz merhametli" anlamlarında, sadece Allah için kullanılan sıfat-isimdir. Tam bir Türkçe karşılığı yoktur. Mü'min olsun, kâfir olsun; iyi olsun, kötü olsun, herkes "Rahmân"ın ifade ettiği rahmetin kapsamındadır.

Varlıklar da bu rahmet ve merhametin eseri olarak var olmuşlar ve varlıklarını da yine bu sayede sürdürmektedirler
.
Yüce Allah Rahmân olduğu için ezelî rahmeti umumîdir. Her şeyin ilk yaratılışı ve icadında almış olduğu bütün fıtrî kabiliyet ve ihsanlar Allah'ın Rahmân oluşundan kaynaklanan izafî oluşlardır. Bu itibarla içinde rahmet izi bulunmayan hiçbir varlık düşünülemez. Fakat varlıkların ilk yaratılışları yalnız Allah dilemesi ile olmuştur. Yani hiç kimsenin çalışması ve seçimi ile değil, yalnız Rahmân'a dayanmakla meydana gelir. Taşın taş, ağacın ağaç, insanın insan olması böyle zorlayıcı bir rahmetin eseridir. Bu görüş açısından kâinattaki her şey Rahmân'ın rahmetine gark olmuştur. Bundan dolayı Allah'ın Rahmân oluşu bütün varlık için güven kaynağı ve hepsinin ümididir. Göğünden yeryüzüne, gökcisimlerinden moleküllere, ruhlardan cisimlere, canlısından cansızına, taşından ağacına, bitkilerinden hayvanlarına, hayvanlarından insanlarına, çalışanlarından çalışmayanına, itaat edeninden isyan edenine, mümininden kâfirine, Allah'ın birliğine inananından Allah'a şirk koşanına, meleklerinden şeytanına varıncaya kadar âlemlerin hepsi Rahmân'ın rahmetine gark olmuştur ve bu itibarla korkudan kurtulmuştur.

Özel isim tercüme edilmez. Özel isimlerin tercüme edilmesi onların değiştirilmesi demektir ve dilimizde böyle bir isim yoktur. Bazılarının Rahmân'ı "esirgeyici" diye tercüme ettiklerini görüyoruz. Halbuki "esirgemek" aslında kıskanmak, yazık etmek mânâsınadır. "Benden onu esirgedin." denilir. Sonra kıskanılanın korunması, saklanması tabiî olduğundan esirgemek, onun gereği olan korumak mânâsına da kullanılır. "Beni esirgemiyorsun." deriz ki, "Beni korumuyorsun." demektir. Fakat "Bana merhamet etmiyorsun." gibi, "bana esirgemiyorsun" denilmez. Bundan dolayı esirgeyici aslında "kıskanç" demek olacağından Rahmân'ın gelişigüzel bir tefsiri de olmamış olur.

RAHİM
 
"Rahîm" kelimesi de, "Rahmân" gibi Allah Teâlâ'nın sıfatlarından biridir. Aynı şekilde, "rahmeti çok", "çok merhametli", "sonsuz merhametli" anlamlarını taşır. Ancak "Rahmân", Allah Teâlâ'ya has bir sıfat-isim iken, "Rahîm" insanlar için de kullanılabilir. Nitekim
Tevbe sûresi 128.âyette, bu sıfat Hz.Peygamber için de kullanılmıştır. Allah, ahirette ancak mü'mim kullarına merhamet eder ve bağışlar. Kâfirler ve müşrikler O'nun rahim sıfatından yararlanamazlar. Allah, sadece mü'min kulları için rahimdir.

Yüce Allah'a:"Hem müminlerin, hem kâfirlerin Rahmân'ı, fakat yalnız müminlerin Rahîm'i" denilmesi de bundan ileri gelmektedir. "Ve kâne bil mü'minîne rahimê (n)" "Allah müminlere karşı çok bağışlayıcı, çok merhametlidir." (Ahzâb, 33/43)

Demek ki, Allah'ın Rahmân oluşunun karşısında dünya ve ahiret, mümin ve kâfir eşit iken Rahim oluşunun karşısında bunlar açık bir farkla birbirinden ayrılıyorlar. Yani "Bir bölük cennette, bir bölük de ateştedir." (Şûrâ, 42/7) oluyor.
İşte Allahü Teâlâ'ya dünya ve ahiretin Rahmân'ı ve ahiretin Rahîm'i, yahut mümin ve kâfirin Rahmân'ı, müminin Rahîm'i denilmesinin sebebi budur.

Ebû Hureyre (r.a.)'den yapılan rivayete göre, Peygamber (sav) Efendimiz buyurdular ki: "Bismillâhirrahmânirrahîm" ile başlamayan her iş noksandır; yarar ve bereketi azdır." (Ebû Davud, Nesâi, İbni Mâce)
Bu hadisi şerif, dinen yapılması uygun olan her işe başlarken "Bismillâhirrahmânirrahîm" demenin sünnet olduğunu göstermektedir.

Huzeyfe (r.a.) anlatıyor:
Peygamber aleyhisselam ile beraber yemek etrafında hazır olduğumuz vakit Allah'ın Resûlü başlamadan önce ellerimizi yemeğe uzatmazdık. Bir defa Resûlüllah ile birlikte yemek etrafında toplanmıştık. Bie cariye, biri tarafından itilircesine gelip elini yemeğe uzatınca, Peygamber aleyhisselam cariyenin elini tutup onu durdurdu. Ondan sonra bir Ârabî de aynı şekilde itilircesine geldi. Allah'ın Resûlü bununda elinden tutup yemeğe başlamasına mani oldu ve şöyle buyurdu:
Muhakkak ki şeytan, Allah'ın ismi anılmamak, yani besmele çekilmemek suretiyle yemeği kendisine helal kılmaya gayret eder. Bu sebeple bu cariyeyi getirdi ve besmele çektirmeden yemeğe başlatarak, bunun vasıtasıyla yemeği kendisine helal kılmak istedi. Bunun için cariyenin elini tutup yemeğe başlamasını önledim. Sonra, aynı sebeple şu Ârabîyi getirdi. Onunda elinden tutup yemeğe başlamasına mani oldum. Hayatımı kudreti ile elinde tutan Allah'a yemin ederim ki, cariyenin eli ile birlikte şeytanın da eli elimde idi. (Müslim, Ebû Davud, Nesaî)

Hazreti Aişe Validemizin rivayetine göre; Resûlüllah (sav) Efendimiz altı kadar ashabıyla yemek yerken, bir bedevi içeri girdi ve besmele çekmeden iki lokma yedi. Bunun üzerine Resûlüllah (sav) Efendimiz, "Bedevi eğer besmele çekerse size kâfi gelmiş olur… Sizden biriniz yemek yerken Allah'ın ismini ansın. Bunu başlarken unutursa, hatırladığı yerde Başında da sonunda da Bismillah desin! ( Bismillâhi evvelihu ve ahiruhu)" (Ebû Davud, İbni Mace, Âişe R. Anha'dan)

Yapılan rivayete göre, Vehb bin Münebbih (RA) diyor ki: "Allah bu kelimelere bir hükümranlık vermiştir ki bunu başka kelimelere vermemiştir. Bu kelimelerle taharet tamamlanır, boğazlanan hayvanlar helal olur, şeytanın bir takım davetleri bununla men olur. Çocuklar onunla yemek ve içmeyi hazmedip büyürler. Eğer bir kimse kalbinin bütün açıklık ve samimiyetiyle BİSMİLLÂHİRRAHMÂNİRRAHÎM diyerek, denize girerse boğulmaz. Ateşe girecek olursa yanmaz. Yılanlar ve akrepler arasına girecek olursa, ısırmaz ve sokmazlar. Bir müminin kabrinin başında okursa, ondan azap kaldırılır. Bütün bunlar besmelenin faziletiyle olur." (Besmelenin belirtilen konularda etkili olabilmesi bazı şartlarla mümkündür. Her şeyden önce fert Salih bir Müslüman olmalıdır. Doğru iman, helal lokma, güzel ahlak ve besmelenin faziletlerine gönülden inanmak gerekir.)

Besmele'nin fazileti ve sırrı ile ilgili çok dayıda hadis vardır. Şimdi sıra ile onlara yer verelim:
"Ağaçlar kalem, denizler de mürekkep olsaydı; cinler ve insanlar toplanıp meleklerle birlikte bir kitap hazırlayıp Bismillâhirrahmânirrahîm'in manasını yazmaya başlasalar ve buna iki milyon yıl devam etmiş olsalardı onun yüzde birinin mânasını yazmaya güç getiremezlerdi."(Risalei Besmele, Sırlar Hazinesi, C.Yıldırım, s.304)

"Kul, Bismillâhirrahmânirrahîm deyince, cennet ehli "Lebbeyk ve Sa'deyk=Buyur seni bekliyoruz, saadetle gel" der ve şunu ilâve eder: "Allah'ım! Falan kulun Bismillâhirrahmânirrahîm dedi. Allah'ım! Onu cehennemden çıkar, cennetine koy." (İbni Ebî Dünya)

"Kıyamet günü bir kavim, Bismillâhirrahmânirrahîm diyerek gelir; onların iyilikleri kötülüklerinden daha ağır basar. Diğer ümmetler bu kavmin bu durumunu görünce, "iyilikleri ne de ağır basıyor!" derler."
Çünkü onların ilk sözü ve sözlerinin başı, Bismillâhirrahmânirrahîm'dir. Bu da Allah'ın büyük isimlerindendir. Eğer bu isim terazinin bir kefesine, yerler, gökler ve içindekiler de diğer kefesine konulsa, Bismillâhirrahmânirrahîm ağır gelir. Cenâb-ı Hak Besmele'yi bu ümmet için her türlü belâdan güven yapmış, kovulan şeytandan koruyucu kılmış, her türlü hastalığa şifâ yapmış, yere batmaktan, yangından, başka şekle girmekten koruyucu etmiştir. Bütün bunlar Bismillah'ın bereketiyle sunulmuştur. (Havâssı'l-Kur'an)

Tefsir-i Kebir'de Ebû Hureyre (r.a.)'den yapılan rivayete göre Resûlüllah Efendimiz:
"Ya Ebâ Hüreyre! Abdest aldığın zaman Bismillâhirrahmânirrahîm de… Seni koruyan melekler (Hafaza melekleri) abdestin bitinceye kadar senin için iyilik ve sevap yazarlar. Gusledinceye kadar buna devam ederler. Bu temastan sana bir çocuk olursa, o çocuğun nefesleri sayısınca sevap yazılır. Onun adımları sayısınca ya da ondan türeyip gelenler sayısınca hasenat yazılır. Hiçbir kimse o nesilden kalmayıncaya kadar bu sevap yazması sürüp gider"
buyurdu.

Besmelesiz Her İşe Şeytan Ortak OlurKâinatın Efendisi Sevgili Peygamberimiz buyurdu ki:
"Hiçbir kimse yoktur ki evine girmek istediğinde şeytan ona talip olup içeri girmek istemesin. Ama evine girerken Bismillâhirrahmânirrahîm derse, şeytan artık ümidini kaybedip şöyle der: Bu eve girmem için bir imkan kalmadı! Evde kendisine yemek takdim edilince de Bismillâhirrahmânirrahîm derse; şeytan artık bu evde benim için yiyecek bir şey kalmadı, diye söylenir. Kendisine su yada şerbet (içecek) takdim edildiğinde, Besmele çekerse; şeytan, burada artık bana bir içecek yoktur, der. Yatağına uzandığında yine Besmele çekerse, şeytan, benim için artık burada bir yatak kalmadı, der. Ama evine girerken Besmele'yi terk edecek olursa, onunla birlikte şeytan da içeri girer. Yemek yerken terk edecek olursa, şeyten da onunla birlikte yer. Bir şey içerken terk edecek olursa, şeytan da onunla birlikte içer; ondan önce ağzını bardağa dokundurur. Karısıyla cinsi temasta bulunurken yine Besmeleyi terk edecek olursa, şeytan da onunla birlikte temasta bulunur; böylece doğan çocuğun bir kısmı onun (şeytanın) suyunun karışmasıyla oluşur; çocuklardan bir kısmı kör, bir kısmı şaşı, bir kısmı topal, bir kısmı Hak yolundan çıkmış, bir kısmı Hakk'ı inkâr etmiş olur. "
Bu ve buna benzer konularla ilgili olarak Cenâb-ı Hak Kur'an-ı Kerim'de buyumuşturki: " İsra/62- "(Yine İblis) dedi ki: "Şu benden üstün kıldığını gördün mü? Yemin ederim ki, eğer beni kıyamet gününe kadar ertelersen, pek azı hariç, onun zürriyetini kendi buyruğum altına alacağım."
İsra/63- "Allah buyurdu ki: "Haydi git! Onlardan kim sana uyarsa, şüphesiz ki, cezanız cehennemdir, hem de mükemmel bir ceza. "
İsra/64- "Onlardan gücünün yettiğini yerinden oynat. Atlıların ve yayalarınla onların üzerine yaygarayı bas! Mallarda ve çocuklarda onlara ortak ol! Ve onlara vaadlerde bulun." Fakat şeytan onlara aldatmadan başka bir şey vaad etmez."
İsra/65- "İnne ıbâdî leyse leke aleyhim sültânün. Ve kefâ birabbike vekîle (n) "Doğrusu benim (ihlaslı) kullarım üzerinde senin hiçbir hakimiyetin olmaz. Onları koruyucu olarak rabbin yeter. "(İsra Suresi-65)
Cafer Bin Muhammed diyor ki: "Şeytan, adamın tenâsül âleti üzerinde bulunur. Adam bismillah demeden karısıyla temasta bulunursa, şeytan da onunla birlikte temas yapar ve onun akıttığını o da akıtır."
Rivayete göre, bir adam İbni Abbas (r.a.) hazretlerine gelerek dedi ki:
_ Karım uykusundan uyandığında tenasül uzvunun üzrerinde ateş pırıltısına benzer bir pırıltı görmüş; buna ne dersiniz?
_ O, şeytanın onunla münasebette bulunmasından oluşmuştur.
Karınla münasebette bulunurken Bismillah de… Diye cevap vermiştir.
Eski Türk Töresi'ne göre iyilik insana ananın ak sütü ile girmelidir. Yani çocuk, anne rahmine besmele ile düşmeli ve anne rahminde iken ve doğduktan sonra helal lokma ile beslenmelidir. İslâmi devirlerle birlikte Türkler çocuğun besmele ile anne rahmine düşmesine büyük bir önem vermişlerdir. Hatta tabiatı, huyu bozuk çocuklara "besmelesiz" denilmiştir.

Kaynak;  (Muharrem Günay Sıddıkoğlu)